Düldül, 627 yılında Mısır hükümdarı Mukavkıs tarafından Hazreti Peygamber’e hediye edilen boz donlu bir attır. Çok hızlı yürümesi ve çevikliğinden dolayı “kirpi” anlamına gelen Düldül adı verilmiştir. Zamanla at, Hazreti Peygamber tarafından damadı Hazreti Ali‘ye bağışlanmıştır. Kaynaklar, atın Hazreti Ali’den sonra, Hazreti Hasan ve Hazreti Hüseyin’e, onlardan da Muhammed b. Hanefi’ye geçtiğinden söz ederler.
Daha çok halk hikayesi, masal ve efsane gibi halk anlatılarında karşımıza çıkan atın ayakları dört karış ve yüzü şimşek gibidir. Yine Hazreti Ali’ye bağlı olarak anlatılan hikayelerde Düldül’ün on günlük yolu bir saatte aldığından, hiç yorulmadığından ve on gün boyunca bir şey yemeden yaşayabildiğinden söz edilmektedir.
[ilgilikarti2 id=”2927″]Hazreti Ali’nin Kan Kalesi Savaşı, Hz. Ali’nin Hayber Kalesi’ni Fethi, Hz. Ali’nin Devlerle Savaşı gibi anlatılarda Hz. Ali, atı Düldül ve kılıcı Zülfikar birbirinden ayrılmayan üçlüdür. Düldül, süvarisi olmadığında tek başına düşmanla savaşmakta, zor durumlarda sahibini uyarmaktadır. (Çetin 1997: 415-419).
Halk Anlatılarında Düldül
Bununla beraber Hazreti Ali’nin kahramanlıklarını konu alan hikayelerin dışındaki halk anlatılarında da Düldül adına rastlanmakta olup bunun en güzel örneği Arzu ile Kamber ve Asuman ile Zeycan hikâyeleridir.
Arzu ile Kamber’in Hikayesi
Göçebe hayatı, çocuksuzluğu ve Arzu ile Kamber’in aşkını konu alan hikayede atın önemli fonksiyonu vardır. Bir koyun çobanı ırmağın üzerinde bulduğu sandığı açtığında içerisinde bir erkek bebek bulur ve onu kendisine evlat edinir. Bir süre sonra da bebeğin adını Kamber koyar. Çobanın kızı Arzu ile birlikte büyüyen Kamber günün birinde kardeş olmadıklarını anlayınca ikili birbirine aşık olur.
Hikayede atlarla ilgili en önemli özelliklerden birisi Arzu’nun zor kullanılarak başka bir delikanlıyla evlendirilmesi üzerine Kamber’in “Bindiğin atların beli kırılsın.” şeklindeki bedduasının tutması ve atların belinin kırılmasıdır. Türk kültüründe daha çok kara saçlıların (kadınların) bedduasının tutacağına inanılmaktadır. Arzu’nun ikamet ettiği yerdeki bütün atların belinin kırılması üzerine denenmeyen tek at kalmıştır; o da Kamber‘in Kara At‘ıdır. Bu husus hikayede Arzu tarafından şu şekilde dile getirilmiştir:
Atın tonu karadır
Mevlâm neler yaradır
Sormak ayıp olmasın
Vilayetin neredir. (Şimşek 1987: 282).
Türk kültüründe, yeni evlenen kızların muradı düğünde ata binmektedir. Bu yüzden gelinlerin ata binmesi için “binek taşları” yapılmıştır. Gelinlerin binek taşından ata bindirilmesi ise halk hikayesi ve masallara yansımıştır. Arzu ile Kamber hikayesinde Arzu’nun binek taşından ata binmesi ve Kamber’in onu görmesi şu şekilde anlatılır:
“Kızı alun, emanetini” deyü bunlar teslim eyledi. Ammâ biçare Kanber haber itmeyüp gelüp kapuların önine dikildi, durırdı, bunlar. Çünkü hazır müheyya olup binek taşına at yanaşup ve Arzu’yu yukarıdan aşağuya indürürken der(d)mende biçare Kanber görüp şöyle ah itdi kim ciğer bir pare olup yığıla yazdı.” (Şimşek 1987: 266)
Aynı hikayenin bir başka yazılı kaynağında ise atın binit taşına çekilmesi manzum olarak ifade edilmiştir:
Şu feleğin işine
Ağu kattı aşıma
Attım gözlerin öpeyim
Yanaş binit taşına. (Şimşek 1987: 210).
Arzu ile Kamber Hikayelerinde Düldül
Arzu da ata bindirilince at hırçınlaşır ve yularını çeken Kamber’in ayaklarını ezer, bu yüzden de çizmelerinin içi kanla dolar. Bu durum Kamber’in ağzından aşağıdaki şekilde ifade edilmiştir.
Arzı’m atın estirme
Kara bağrım kestirme
Çek Düldül‘ün başını
Ökçeciğim basdırma
Kamber atım esdirmem
Kara bağrım kestirmem
Elem çekme Kamber’im
Ökçeciğin basdırmam
Dizgini çek elinden
Ciğerim yandı dünden
Sen kakanda can Arzu’m
Pabucum doldu kandan. (Şimşek 1987: 211).
Hikayede, üzerinde durulması gereken bir başka husus Düldül adı verilen ikinci bir atın Kamber’e dayısı Araz Bey tarafından hediye edilmiş olmasıdır. Bize kalırsa Düldül hikayeye kaynak şahıs tarafından eklenmiş olmalıdır.
Ağardı benzim benim
Kalmadı gitdi takatim
Arzım gelin oluyor
Bel vir ey Düldül atım
Arzı’mın gittiği eldir
İki lebleri baldır
Arzım üstüne biniyor
Ağlayarak götür Düldül. (Şimşek 1987: 209)